Her bölümü YouTube’da Trend Videolar listesinde yer alan, son dönemin en popüler programlarından Katarsis’in bu haftaki konuğu; çarpıcı açıklamaları ve samimi sohbeti ile Atilla Taş oldu. Gökhan Çınar’ın hazırlayıp sunduğu programda keskin cevaplar veren Atilla Taş, çocukluğundan şarkıcılığına, şarkıcılığından hapishane sürecine kadar hayatının bilinmeyen yönlerini anlattı.

BABAM BİZİ HİÇ İSTEMEMİŞ!

Programın ilk bölümlerinde Atilla Taş’a çocukluğuna dair sorular yönelten Gökhan Çınar, istenmeyen bir çocuk olarak dünyaya geldiğini söyleyen sanatçının çarpıcı hikâyesini dinledi. Ara ara gözyaşlarını tutamayan Atilla Taş çocukluğunu şu sözlerle özetledi; ‘’Çocukken terk edildiğim için terk edilmeye karşı müthiş bir korkum vardı. Bunun dışında hayatta hep cesur oldum. Terk edilme konusu da üzerimde ömür boyu taşıdığım bir şey oldu. Çünkü çocukken terk edilmiştik. Babam ikiz kardeşimle benim doğmamızı istememiş, annemi kürtaj olmaya bile zorlamış. Tabii annem bizi doğurmak için çok uğraşmış. Babam annem düşük yapsın diye onu dövmeye bile kalkmış. Annem için ağır hikayeler bunlar. Annem doğum yapabilmek için son çare olarak Almanya’dan Türkiye’ye gelmiş ve bizi doğurmuş. Ardından bizi 20 gün kadar emzirmiş ve tekrar babamın yanına Almanya’ya gitmiş. Yıllar böyle geçti, annem çocukluğumuzda yanımıza birkaç senede bir geliyordu. Annesizlik zordu. Annen, baban olmayınca dövenin ve sövenin de çok oluyor. Dayın ayrı döver, teyzen ayrı döver. Bizim o dönemler en iyi bildiğimiz eğitim şekli dayaktı. Dayak hatta o kadar normaldi ki, büyüklerimiz bizi dövmedikleri zaman artık bizi sevmediklerini bile düşünüyorduk. Gerçekten kardeşimle zor bir çocukluk geçirdik. Babanın sağ olması yok olmasından daha büyük bir acıydı benim için. Öğretmenler soruyordu baban ne iş yapıyor diye, bilmiyorsun ki. Dedemize baba diyorduk, ninemize de anne diyorduk. Hatta onlardan bile kötü muamele gördük. Annem ve babam için; sizi başımıza bıraktılar gittiler diyorlardı, her şeyin suçlusu sanki bizmişiz gibi davrandılar. Yıllarca onların kızgınlıklarını bize yansıttılar. Annem kötü bir anneydi, birkaç yılda bir yanımıza geldiğinde bile, yanımızda üç gün kalacaksa iki gün bizi severdi, üçüncü gün yine bizi döver ve öyle giderdi. Buna rağmen her gelişinde yine çok seviniyordum. Hep sürpriz yapıp gecenin bir yarısı gelir bizi kaldırırdı, üç gün bizimle kalır yine giderdi. Babama karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Ünlü olduğum dönemlerde bir kez telefonla görüştük, bana yeğenim dedi, hiçbir şey hissetmedim ona karşı. Daha sonra neden bunları yaşattığını sorduğum bir dönemimiz oldu. Annemi suçlamaya çalıştı. Birine kızabilmek için bile bir gönül bağı olması lazım, onun için babama karşı hiçbir şey hissetmiyordum ve hiç kızmamıştım. Çocukluğumdan hatırladığım en önemli şey bir iki tane çocukluk fotoğrafım var. O fotoğraflara baktığımda çok duygulanıyorum. Oradaki saflığımı ve kırılganlığımı gördükçe aslında o çocuk hiç büyümemiş diyorum.’’

PAVYONDA BAŞIMDA ŞİŞE BİLE KIRDILAR!

Program boyunca tüm samimiyetiyle Gökhan Çınar’a içini döken Atilla Taş, başından geçen ilginç hikayeleri şu şekilde belirtti; ‘’Şöhret olana kadar ne işler yapmadım ki. Ayakkabı boyadım, hamallık yaptım, mobilyacılık yaptım, terzilik bile yaptım. 17 yaşında pavyonlarda şarkı söylemeye başladım. Hatta bir keresinde sırf bilmediğim bir türkü yüzünden pavyonda başımda şişe bile kırıldı. Üstüne üstlük çocuk yaştaydım, kaçak çalışıyordum, polis gelecek mi diye bir gözüm kapıda şarkı söyleyip durdum. Böyle zor şartlarda çalıştım. 18 yaşına geldiğimde ise evlendim. Çocuğumun annesiyle kaçtık. Sonra çocuğum oldu. O kadar acemi ve o kadar stresliyim ki ama baba oldum. Nerede iş olursa orada çalışıyordum. Düğünlere gidip şarkı söylüyorum, daha geleceğimi kazanamamışım ama böyle bir sorumluluk doğmuştu. Kızım için söyleyebileceğim en güzel şey: İyi ki onu yaptım, çok şanslıyım. İki de güzel torun verdi bana, çok şanslıyım.’’

YAPIMCI PARA VERİRSE YİYORSUN, VERMİYORSA AÇSIN!

Hayatının dönüm noktasını tüm çıplaklığıyla dile getiren Atilla Taş, o dönemleri şöyle anlattı; ‘’Çocuğum daha çok küçüktü, ben bir hayalin peşinden gidiyorum, kendime güveniyorum, elimdeki işlere güveniyorum ve başaracağım diyorum. Şöhret olunca her şeyin iyi olacağını düşünüyordum ama öyle olmuyormuş. Unkapanı’ndan iki sene kaldım. Oraya gelen şarkıcılara şarkı satmaya bile çalıştım. Çok uğraştım bunun için. Bu yüzden başarı hikayelerinin ardından birçok başarısızlığın olduğunu iyi bilen bir insanım. Başarısızlık ve başarının arasındaki farkı senin vazgeçip vazgeçmemen yaratıyor. Hiç yılmadım. İlk albümü yaptık ve bana Dikilitaş’ta bir ev tuttular. Evde bir tane yatak, bir tane masa ve televizyon vardı sadece. O odada ben albüm yaptım. O dönemler de hiç kolay değildi. Yapımcı para verirse yiyorsun, vermiyorsa açsın. Aç yatıp kalktığım çok oluyordu. Bir gün bir telefon hayatımı değiştirdi. Sana yarın klip çekeceğiz diye bir telefon aldım. Nasıl olacak dedim, kılık kıyafet hiçbir şey yok. Yapımcı para verdi. O zamanın parasıyla 1000 lira verdi ve git kendine kıyafet al dedi. En iyi kıyafetler Nişantaşı’nda oluyordu, oradaki mağazalara gittim. Bana bir ceket verir misiniz diye girdiğim bir mağazada, adam o halimi görünce; git Allah aşkına dalga geçme benimle dedi. Abi yok dalga geçmiyorum, yarın klibim çekilecek, ben ceket alacağım, param var üstelik dedim. Ham Çökelek’te giydiğim ceketi oradan almıştım. Sonra gittim bir siyah tişört ve bir tane ayakkabı aldım ve param bitti. Kuaföre para kalmadı ama yine bir saç yaptırabilmiştim. O yıl o giydiğim ayakkabılar ve saçım moda olmuştu. Hatta ayakkabı firmasının sahibi bana teşekkür çiçeği bile yollamıştı. Düşünebiliyor musunuz? Sonra klibi çektik, bir hafta geçti klip yayınlanmıyor. O dönem sadece Kral TV var, orada yayınlanmasını bekliyoruz. Bir gün bir haber geldi, cumartesi günü klip yayınlanacak diye. Ben bir heyecanlandım, tüm herkesi aradım ve haber verdim. O gün geldi çattı ama klip ortada yok, yayınlanmadı. Ertesi gün oldu artık evden çıktım. Eve yakın bir pazar kuruluyordu, pazarda bir ses bana Ham Çökelek diye bağırdı. Durdum, kalakaldım öylece. Bana mı diyorsunuz diye seslendim, evet Ham Çökelek diye bağırıp durdu, ismim yok ortada sadece bu ses var. O zaman şöhret olduğumu anlamıştım.’’

MAĞARADA YAŞAYAN BİR AYDIN OLMAYI TERCİH EDERİM!

Kendisine yönelik sosyal medyadan getirilen eleştirilere yanıt veren başarılı sanatçı, sözlerine şu şekilde devam etti; ‘’İnsanlar beni hala Ham Çökelek ile değerlendiriyor. Benim 22 yıl önceki halimi eleştiriyorlar. Ben bu geçen 22 yıl boyunca hiç mi kendimi geliştirmemişim. Aksine ben New York’ta, Oxford’da okudum. Felsefe ve sinema tarihi dersleri aldım. Ham Çökelek ile kazandığım paralarla bunları yapabildim. Okullara ve eğitimime harcadığım paralarla belki iki villa alınırdı. Ama ben iki tane villada cahil biri olmaktansa, mağarada yaşayan bir aydın olmayı tercih ettim. Yaşama prensibim bu oldu.’’

HAPİSHANE BANA ÇOK ŞEY ÖĞRETTİ!

Yargılandığı döneme ilişkin soruları yanıtlayan Atilla Taş, o dönemlerine dair çarpıcı açıklamalarda bulundu. Hapishanede çok şey öğrendiğini anlatan Atilla Taş, sözlerini şu şekilde sürdürdü; ‘’Yargıtay’da tüm suçlamalar bozuldu. Binlerce insanın sahnelerden, milyonlarca insanın televizyondan izlediği biri, bu ülkede hapishane mazgallarından da izlendi. Mazgallardan Atilla Taş buradaymış, bir görelim kendisini diyen gardiyanlar gördüm. Zor yanları vardı hapishanenin. Kimse seninle konuşmuyor, cüzzamlı gibisin. Buna rağmen abi senin suçsuz olduğunu biliyoruz diyenler de vardı. Bir seferinde şunu hiç unutmam. Beni kelepçeleyen bir jandarma cep telefonunu açtı ve bana bir fotoğraf gösterdi. 8 yaşlarında bir çocukla benim fotoğrafımdı. Çocuğu kucağıma almışım ve gülümsüyoruz. Abi bunu hatırlıyor musun dedi bana, hayır hatırlamıyorum kusura bakma dedim. Abi o kucağındaki çocuk benim dedi, böyle bir anı yaşadım. Herkes suçsuz olduğunu biliyor, sonunda da suçsuz olduğun kanıtlanıyor ama 1 buçuk sene hapis yattım. Tabii bunun için hiç saç baş yolmadım. Orada da kendimi geliştirdim. İyi ki bunu yaşamışım, orada yan gelip yatmadım çünkü. Kitap okudum, düşündüm, kendimi dinledim. Roma hukukundan Hitit hukukuna kadar yaladım yuttum. Cezaevinde vaktimi boşuma harcamadım. Oradan ilk çıktığımda beni yine hapishanede gözaltına alıp tekrar tutukladıkları için, tam bir şey anlayamamıştım. Bu birkaç kez tekrar edince artık ikinci gittiğimde artık oranın çavuşu gibi içeri girdim. Gardiyanlara sizi özledim geldim diye espriler yaparak içeri girdim. Gardiyanlar bana abi sen nasıl bir insansın diyorlardı. İki tane ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyordum. Birini paket yapsınlar birini burada yiyelim diyordum. Bu mizah olmasaydı herhalde haplarla yatan biri olurdum. Bunlar dışında cezaevinde evlendim. İlk zamanlar çok zorlandık. Sevgilim birinci dereceden yakınım olmadığı için görüşler hep problem oluyordu. Geliyordu ve beni göremiyordu. Ohal vardı ve kısıtlı görüşler oluyordu. Zor zamanlar geçirdik onunla. Duvarlardan birbirimize bağırıp duruyorduk. O dönem kimse peşimden gelmedi, bir o geldi. O görüşlerde bir saat resmen bir saniye gibi geçiyordu. O kadın benimle iyi dönemlerimde evlenmedi. Sevgi emektir, bana deseler ki eşin için ne yaparsın onun için kalbimi bağışlarım, bence sevgi budur.’’

Editör: TE Bilişim